31 Temmuz 2012 Salı

Ev-lendik:)


Nihayet ev-lendik, bizim de artık bir evimiz var. Çok yadırgamadım yeni evimizi çünkü eski evimizin alt katı, çok uzağa gidemedik yaniJ Sanırım benimkisi herkesin isteyeceği tarz bir taşınma ve yerleşme oldu, kılımı kıpırdatmadım desem abartmış olmam sanırım. Alt kata ben ve oğluşum için önce yatak götürüldü, biz yatağımıza yerleştik, sonra diğer eşyalar taşındı. Ben sürekli yatarken İzmir’den evimizi yerleştirmeye gelen ablamlar sürekli koşuşturup durdu. Öyle ki şu an çarşaflar hangi dolapta, pijamalar hangi çekmecede, su bardakları hangi rafta bilmiyorum:s
 Şiddetli ağrılar da “yeni evine hoş geldin” diyerek beni karşıladı sağolsunlarL Doktora kalçamla ilgili en kötü senaryoyu sorduğumda dayanılmaz ağrılardan bahsetmişti. İnşallah bunlar dayanılmaz olanların başlangıcı değildir… Bir çift koltuk değneği sipariş etmiştim, kırmayıp geldiler:P Şu an sadece koltuk değnekleriyle lavaboya gidiyorum, onun dışında yatış halindeyim, yemeğim bile yatağıma geliyor. Tabii emzirmek için her zaman hazırımJ Emzirme benim için ekstra anlamlı, o da olmasa oğlumla kavuşamayacağız, göz göze göbek göbeğe saadet yaşıyoruzJ Umarım bu kötü günleri aşarız. Ben de herkesin sıradan bir gününde yaptığı sıradan işleri yapmak istiyorum, eskiden kendimin de yaptığı gibi. Evimde yemek yapmak istiyorum, ortalığı dağıtmak ve sonra toplamak istiyorum, çekmecelerimi, dolaplarımı kendim yerleştirmek istiyorum, oğlumu arabasına oturtup dışarı çıkarmak istiyorum, oğlumun ve annemin benim yüzümden yaşadıkları ev esaretini sonlandırmak istiyorum, çok şey mi istiyorum??

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Baba!

Baba!
her yılbaşında
    sana söyleyecek
                        bir tek
                              sözüm var :
"Seni ne kadar çok seversem
                               o kadar
        çok olsun ömründen geçen yıllar..."
Baba!
        Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım!
Ne zulüm, ne ölüm, ne korku
                            başımı eğemez!
Yalnız senin elini öpmek için
                                      eğilir başım.
Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım...
N.Hikmet

Seni çok seviyorum babacım, nur içinde yat, mekanın cennet olsun, Peygamberimizin cennetteki komşusu ol...

Babasızlık

6 yıldır babasızım ben, babam olmadan geçen 6 yıl, özlemle, acıyla, gözyaşıyla, duayla geçen 6 yıl… Mezuniyet, bayram, düğün, doğum, babalar günü… hepsi mutlululuk verici, hepsi bir o kadar can yakıcı… Hep bir yanım eksik, hep boynum bükük… Böyle günlerde babasızlık daha da ezici, daha da belirgin… “babasızlık”… ne çirkin bir kelime… Baba gibi harika bir kelimenin sonuna eklenen “sız” eki kelimeyi nasıl da berbatlaştırıyor… babasızlık…
Arkadaş sohbetlerinde ağlamaya dair hiçbir belirti yokken, gülüp eğlenirken, birden, ansızın, babanın sıklıkla kullandığı bir cümleye benzer bir cümleyi duyup gözyaşlarına boğulmakmış babasızlık…
Mezarından alınan bir avuç toprağı, gözlüğünü, yatağında doğrulamadığından su içmek için kullandığı son pipeti, saatini, babalar gününde hediye ettiğin traş takımını, en sevdiği kravatı, üzerinde el yazısı bulunan bir parça kağıdı hazineymiş gibi saklamakmış babasızlık…
Fotoğraflara bakıp bakıp avunmaya çalışmak, içinde keşkeleri büyütmekmiş babasızlık…
30 yaşına bile gelmiş olsan, kendini hala küçük savunmasız bir kız çocuğu gibi hissetmekmiş babasızlık…
Yüreğini tarifsiz acıların talan etmesi, bir daha hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilerek enkazla yaşamayı öğrenmekmiş babasızlık…
Babasızlık, yarım kalmakmış, kolunun kanadının kopmasıymış… Bu dünyada kendini yapayalnız, korunmasız ve çaresiz hissetmekmiş… Ne yazık…

Ezginin Günlüğü- Babamı Anarken


27 Temmuz 2012 Cuma

40 Mevlidi

Tarih 30.06.2012…Bugün oğlumun 40 mevlidini yaptık, adı 40 mevlidi de bizim 40la alakamız yokJ Her şey tam istediğim gibi oldu.  Oğluma papyonlu cicilerini giydirdik, kocaman adam olduJ Gelenlere mevlit ikramlarımızdan sonra süslediğimiz kadehlerde şerbet ve bebek kurabiyelerimizden verdik. Tabii biberonlu bebek şekerlerimizi de günün birer anısı olarak hediye ettik…













Mevlit olurken, Ege Demir’i çok fazla gelenlerin yanında tutmadık. Genelde diğer odada ablasının hamağında keyif yapıyordu. En son elden ele gezdirilme kısmında üzerine tül örtüp, kucaktan kucağa gezdi. Ben ağlayacak mı diye endişelenirken, turu tamamlayıp anneannesinin kucağına vardığında kıkır kıkır gülüyorduJ





Uçuşa Geçiyoruzzz

En son gittiğim kontrolden sonra her şeyi salladım, öyle de böyle de geçmiyor işte. 2 ay kendimi kastım, büyümüş bir leğen kemiği kırığı ve ödemden başka ne geçti elime? Koca bir hiiiiç! Bebeğimle bile yeterince istediğim gibi ilgilenemedim. Ne 40lanması tam oldu ne de daha mevlidi… Annesi yatarak iyileşmenin derdindeyken mevlide bir türlü fırsat olmadı. İstanbul’da arkadaş çevremizin dışında akraba gibi bir tanıdığımız olmadığından mevlit için İzmir’e gitmeye karar verdim. Mevlitten sonra yatmaya tam gaz devam… Uçak biletlerimizi aldık bileJ
Uçak uzun mesafeleri kısaltıyor ama havaalanına kadar bir sürü yol git, havaalanında bir sürü zaman harca, çok da pratik gelmiyor… Bebişle ilk şehirlerarası yolculuğumuz, neyse ki yanımda annem var. Her zamanki gibi online check-in yaptırmak istemiştim ama internette random olarak seçildiği için koltuğum A sırasından değil, D sırasından verildi. Bu yüzden havaalanından yaptırmak zorunda kaldım. Havaalanı ekstra zordu, üzerimde kangurusunda uyuyan bebeğim, kol çantam bir de tekerlekli valizimle kullanacağımız havayolu şirketini buluncaya kadar çokça yol kat ettim. Tabii ağrılarım da fazla müsaade etmedi, her fırsatta oturmak zorunda kaldım. Bütün işlemlerimizi bitirip biniş kapısına yakın beklemeye başlamıştık ki uçağımızın 20dk. rötarla kalkacağını öğrendik. Uçağa biniş için anons yapıldığındaki planım, sıraya en son girip ayaküstü fazla durmamaktı ama bebekli yolculara öncelik verildiğini belirten anonsu duyduğumda yüzümde güller açtı. Algıda seçicilik işte, bugüne kadar anonslarda fazla dikkat etmemişim buna. Herkes uzun kuyruk oluşturmuşken, ben, annem ve bebeğim kapı açılınca kuyruğun yanından transit geçip kapıya ulaştıkJ Uçağa bindiğimizde bebiş iyice acıkmıştı. Ama kalkarken emzireceğim için oyalamaya çalıştım. Uçak hareket etmeye başladığında ağlaması arttığı için emzirmek zorunda kaldım. Ama hareketten epey sonra kalkışa geçtiği için aslında çok erken emzirmeye başladığımı süt bittiğinde fark ettim. Emmesi bitince uykuya dalmasın diye epey zorlandım. Sürekli çene altından dokunup emmeye teşvik ettim. Öyle böyle yükselmiştik nihayet… İnişe geçmeye başladığımızda, kısa bir süre önce emdiğinden önce emmek istemedi ama biliyorum ki verdiğimde hiç reddedemezJ Emzirerek inişi tamamladım, yolculuğun bitmesiyle stres de bitti, çok rahatladım.
İzmir’de bizi ÇokoPrensin teyzeleri karşıladı, bebeğimi resmen yediler bitirdilerJ Eve girince sürekli istirahat edeceğimden, dışarı bir daha dönüş için çıkacağımdan, eve girmeden Forum Bornovadaki MotherCare e uğramak istedim. Yakışıklı oğluma ciciler aldıkJ Anneannesi spor ayakkabı da aldı inanılmaz şirin bir şeyJ


26 Temmuz 2012 Perşembe

Kontrol

Tarih 19.06.2012… 2 aylık yatak istirahatımdan sonra bugün tekrar doktora gidip kalçamdaki kırığın durumunu öğrenmek istedim. Tamamen iyileşmese de ilerleme kaydettiğine eminim, ne de olsa 2 aydır hastaneye gitmek dışında evden pek dışarı çıkmamıştım. Annem de yanımızda kalıyor, bebişle çoğunlukla o ilgilenirken, ben yatıyorum. Tabii arada kaçamaklar da olmuyor değil. Ağrım sızım olmadığında sürekli yatmaktan sıkıldığım için evde dolaştığım da oluyor. Ama sonuçta 2 ay önceki gibi değildim. 2 ay önce topallayarak, etimden et koparırlarmış gibi canım yanarak yürürken şimdi normal gibi. Tamam, biraz ayaklandığımda ağrılarımın arttığını kabul ediyorum ama dediğim gibi tamamen olmasa da ilerleme kaydettim. Zaten doktora gitmemin temel sebebi de, doktorun söyleyeceği iyi şeyleri duyup motivasyonumu arttırmak değil mi. Doktor tam da düşündüğüm gibi MR istedi ama maalesef MR randevusunu 4 gün sonraya verdiler. Maalesef diyorum çünkü MR çekimi pek hazlettiğim bir durum değil, bir kere de gidip hemen çekilebilseydim iyi olacaktı, 4 gün boyunca kafamda büyütüp stres olacaktım ki nitekim öyle oldu. Fazla titizlenince olumsuzlukları da çekiyorum, çekim sırasında kulaklarımı kapatmayı unutmuşlar, beynim resmen zonkladı sesler yüzündenL Sürekli, bebişimin de daha önce bu makinaya girdiğini, onun bile buna dayandığını düşündüm. O bayılmış halde girmişti ama inşallah onun kulaklarını kapatmışlardır...
Çekim bitmiş, giyinip koşar adım uzaklaşmıştım oradan. CDyi almak için geri döndüğümde 1 tane daha MRım olduğunu söylediler, unutulmuş… Aynı süreç tekrar yaşandı, neyse ki bu sefer kulaklarımın kapatılmasını hatırlatmıştım. CDleri alıp doktorun odasına girdiğimde iyileşme yolunda olduğuma o kadar emindim ki, doktor kırığımın büyümüş olduğunu söylediğinde yaşamış olduğum hayal kırıklığı inanılmaz büyüktü. Doktor eski ve yeni MRlarımı ekrana açmış bana farkı gösteriyordu. Aynı resim arasındaki 2 farkı bulun gibi bir şeydi. Ekranın sollunda eski, sağında yeni MR, her şey tıpatıp aynı 2 farkla; soldakinde ince ve kısa bir çizgi, sağdakinde kalın ve uzun bir çizgi şeklinde kırık hattı, sağdakinde bir de ödem... Doktor da çok şaşkındı, benim yaşımda birinin 2 ay istirahat ile kemiğinin çoktan kaynaması gerekirmiş. Söyleyecek bir şey bulamadım, bulsam da söylemeye gücüm yetmezmiş gibi hissettim, o kadar moralim bozulmuştu ki tüm enerjim içimden çekip alınmış gibiydi… Doktor “keşke baştan ameliyat etseydik” dediğinde de, “hala edebiliriz bunu iyi düşün” dediğinde de bir şey demeden başımı salladım, ameliyat hiçbir zaman aklımda olmadı. Eve geldiğimde çekilen enerjim hala yerine konmamış gibiydi. Yılmıştım resmen. Evet, bu içimde bulunduğum durumun tam karşılığı: Yılgınlık… Niye böyle oldu? 2 ay bir sürü şeyden mahrum kalmadım mı, evden dışarıya çıkışlarım yok denecek kadar az değil miydi, neydi yaptığım yanlış?

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Oldu da Bitti Maşallah

Tarih 09.06.2012…
Oğlum büyümüş de sünnetler olmuş, annesinin minik kuzusu abicik olmuş:)
Sünnetimiz Medical Park Göztepe’de Mustafa Akman tarafından yapıldı. Kendisi çok ilgili bir doktor. 1 hafta sonra sorun var sanıp göstermek için geldiğimizde de çok ilgilendi, sağolsun. Önce uyuşturmak için iğne yapıldı. O sırada çok az ağlar gibi oldu, hemen sustu. Sonra sünnet masasına yatırdılar, minik bir perde çekildi göğsünden yukarı, aynı sezeryandaki gibi. Babası bir elinden, ben bir elinden tuttuk. Hatta bana sandalye bile verildi oturmam için. Ben bakamasam da babası sürekli izledi. Bizim minik, agucuklar yaparken işlem tamamlandıJ Doktor krem sürüp gazlı bez koydu ama bize altını değiştirirken gazlı bezi çıkarmamızı ve bir daha yenisini koymamamızı söyledi. Her alt değiştirmede Terramycin göz merhemi sürmemizi söyledi. 1grmlık minik bir antibakteriyel krem bu, ilk önce 3 kutu almıştık, sonradan 4 kutu, en son yine bir 3 kutu daha aldık. Bu kadar fazla tüketilmesinin sebebi, pipinin her tarafına açık kalmayacak şekilde daireler çizerek sürülmesinin gerekmesi. Bezini çok bol takıp, sık değiştirdik. Birkaç gün sonra ciddi oranda, 1 hafta sonra da neredeyse tamamen iyileşti.
Doğumdan önce sünnetini, yeni doğduğunda hastaneden çıkmadan mı yaptırsak diye düşündük ama sarılık yakamıza yapışınca çok da aklımıza gelmedi. Zaten sonradan şöyle 1 ay falan geçince yaptırmak daha iyi bence çünkü yenidoğmuş bebeği henüz tanımıyorsun, ağlayınca gazı mı var, uykusu mu var, karnı mı acıkmış daha çok iyi anlayamamışken bir de işin içine sünnet girerse, ne sebeple ağladığı hepten karışabilir. Çok da beklememek gerekir çünkü 6. aya kadar lokal anesteziyle, 6. aydan sonra genel anesteziyle yapılıyor, bebeğin boşu boşuna bayıltılmasına gerek yok bence.
Sünnetten sonra bizim bebiş çok sorun yaratmadı. Eve gelince iğnenin etkisi bittiğinde ilk 2 çişinde aşırı derecede ağlaması dışında herhangi bir olumsuzluk yaşamadık. 2.si emerken oldu, çocuk resmen çıldırdı, zor susturduk. Ama sonra bir sıkıntı olmadı.
Maşallah yazısı da saten kurdela üzerine pullar dikilmek suretiyle tarafımdan yapıldı:) Maşallah maşallah, nazar da değmez inşallah...




40landık:)

Tarih 19.05.2012… Oğlumla ikimiz büyüdük, ben artık loğusa değilim, o da artık yenidoğan değilJ  Bebişimi bugün anneannesi yıkadı. Odanın ortasına küvetini kurduk, biz de İzmir’den gelen teyzeleriyle koltuklarda büyük neşe ve coşku içinde kırkı çıkan oğlumun yıkanma seranomisini izledik. Kovanın içine 40 tane minik taş, eşimle yüzüklerimiz ve yeşil bir yaprak ile defneyaprağı koyuldu. Oğlum bu suyla yıkandıktan sonra, ben de duşumda en son bu suyu kullandım ve kırkımız çıkmış olduJ Aslında bebişin dışarıya da götürülmesi gerekir, hatta gittiği evlerde yumurta, un gibi şeylerin verilmesi adettir. Ama annesi yataktan çok fazla kalkamadığı için bu âdeti yerine getiremedik, onun yerine oğluşum balkona çıkarıldı… L

24 Temmuz 2012 Salı

Çok Şükür...

Tarih 14.05.2012… Bu yazımda bahsetmiştim, bebeğimde popo gamzesi var, MR çekilmesi gerekiyor ve bunun için randevu günümüz geldi. Zaten günler öncesinden stres başlamıştı, bu kadar sık emmek isterken MR çekiminden önce 4 saat nasıl emmeden duracaktı? Ama bu kısmı, hastane personelinin özensizliği olmasa çok iyi yönetmiştik.
İsmi lazım olmayan sözde özel hastane bize saat 14’e randevu verdi. En son 10’da emzirip uyuttuk, uyanacak olsa sürekli salladık, çıt çıkarmadık, zaten arabada giderken de hep uyur, hastaneye kadar süper geldik. Saat 13:50 gibi işlemlerimiz bitmiş, 14’teki randevumuz için bekliyorduk, bu sırada Çokoprens de uyanmış, babasının kucağında aç karnına koridorda uzun 10dk.yı volta atarak geçirmeye çalışıyordu. Saat 14:00 oldu, 5 geçti, 10 geçti, 15 derken 20…hala bize sıra gelmedi, bebişin çığlıkları giderek artmaya başladı. Ben kucağıma alamıyordum çünkü direkt çenemi, omzumu emmeye çalışıyordu, bir de insan açlıktan ağladığını bilince çok kötü oluyor, sanki ingaları artık anne gibi çıkıyordu, ilk kez yaşla ağladığını gördüm. Ne zaman sorsam, randevuyu veren kız anestezi ekibi yolda geliyor, onları bekliyoruz diyordu. Yanlış anlaşılmasın anestezi ekibi Fizandan gelmiyor, aynı hastanede bir üst kattan inecekler. Ben ufaktan olay çıkarmaya ve çevremdekilere bu terbiyesizliği anlatmaya başlayınca bizi MR’ın çekileceği koridora aldılar. Oysa anestezi ekibi hala gelmemiş, sırf diğer insanlardan ayırmak için yapılmış! Bebeğimin açlıktan inlettiği koridorda da uzun bir bekleyiş yaşadık, saat tam 15:00de anestezi ekibi teşrif ettiler. Bir tanesi anestezi için kilosunu ve burnunun açık olup olmadığını sordu, yav arkadaş burası hastane değil mi ölçsene kilosunu, baksana burnuna, annesine niye soruyorsun. Sabır dedim. 15:10’da içeriye aldılar. 15-20dk. sonra MRı çekecek olan adam çıkıp “Neresinden MR çekilecekti” demesin mi! Önce saf saf söyledik, “Gözle görülür bir şey mi, ele geliyor mu?” gibi sabır taşıran sorularına devam edince, dosyası yok mu, yazmıyor mu, siz bilmiyor musunuz diye çıkıştık. Cevabı tam dumurluk: “Sizin de fikrinizi almak istedik, bir yanlışlık olmasın da sonra tekrar bayıltmak zorunda kalmayalım” dedi ve içeri girdi. Ya ölür müsün öldürür müsün!!! Ben kimim ki sen benim fikrimi alıyorsun, yani ben desem ki dizinden çekilecek, dizinin MRını mı çekeceksin?!! Bu kadar rahatlık, bu kadar başıboşluk görmedim ben, gel de güven bu çekilen MRa…
Sonra ağlamaktan sesi kısılmış halde bebişimiz MR odasından çıktı ama acılarının sonu gelmedi, 1 saat daha emmemesi gerekiyormuş. Ne yaptıysak ağlamasını durduramadık, 1 saat boyunca gözümün içine yalvarırcasına bakarak ağladı, nihayet sürenin dolmasıyla karnı doydu yavrumun. Ama sonraki birkaç gün boyunca ne zaman acıksa -yine aynı şeyleri yaşayacağını düşündüğünden sanırım- ortalığı yıktı. Bu birkaç gün bizim için de çok kötüydü, stres, endişe, korku, üzüntü… ne arasan var… Hastaneden gelen telefonlarla bu duygularımız kat ve kat arttı. İlk telefonda, daha önceden çekilen başka MRı olup olmadığı soruluyordu. 1 aylık bir bebeğin 1 kere MR çekilmesi bile bence büyüüük bir durum iken, telefondaki arkadaş önceki MRı sordu. Sebebi ise radyoloji doktorları önceki ve sonraki durumu inceleyip ona göre raporunu yazacakmış. Benim bildiğim radyoloji doktoru MR görüntülerini yorumlayıp rapor halinde yazar. Önceki ve sonrakinin karşılaştırılması ise, MRı isteyen doktorun yapacağı iştir. Ama tabii çekilen MRda sorun varsa, önceki MR raporuna benzer bir şeyler yazılacaksa o zaman başka!!  Bu normal bir prosedürmüş, MR çekilen herkes aranıp önceki MRı sorulurmuş…Yalaaaaan!!! Ben aynı hastanede 3 kere MR çektirdim, bir kere bile aranmadım! İkinci telefonda bebeğe tekrar ultrason çekilmesi gerektiğini söylüyordu bir ses. Şaka mı bu diye düşündüm. Zaten ultrason çekilmemiş miydi, ultrason kesin olmaz diye ikinci adım olan MRa yönlendirilmemiş miydik, neydi şimdi bu, yoksa çekilen MRda sorun var ve bunu söyleyemiyorlar diye mi tekrar ultrason istiyorlardı?!! Kafamda türlü sorularla bir türlü uzaklaşamadığım hastaneye geri döndük. Tabii ki burada beklemek, randevu saatinde alınmamak çok sıradan, normal olduğundan yine yaklaşık 1 saat kadar rötarla ultrason odasına alındık. Girer girmez ilk sorum neden MRdan sonra ultrasona ihtiyaç duyulduğuydu. Karşımdaki doktor rahat 45-50sn suratıma hiçbir şey demeden bön bön baktıktan sonra kafasını çevirdi. Sorum konusunda ısrar edip cevap beklediğimi hatırlatınca, “Ultrasonu çeken doktorla, MRı çeken doktor aynı olmadığı için tekrar gerekti” diye cevap verme tenezzülünü gösterebildi. Ben ne alaka diye kaldım. İlk başta bilinmiyor muydu farklı doktorların çekeceği diye sorduğumda yine duvara konuşmuşum gibi sessizlik… “Yani MRın çekiminde sorun olmadı, o yüzden tekrar ultrason gerekmedi diyorsunuz öyle mi?” dememle, baştan beri hiç konuşmayan doktorla, sorularıma zorla ve büyük isteksizlikle cevap veren doktor, ikisi birden aynı anda, ağız birliği yapmışçasına “yok”, “olur mu”, “hayır”, “asla” gibi kelimelerle resmen haykırdılar… Çekimin bitmesiyle, sonuç raporunun yazılması için uzun bekleyiş başladı.
Nihayet raporu aldığımda açmamla dünyamın başıma yıkılması bir oldu. Kâğıdın tam ortasında koyu puntolarla iki kelimelik Latince bir hastalık ismi yazılmıştı. Ne olduğunu biliyordum çünkü internette en kötü ne olur diye araştırırken karşıma bu hastalık da çıkmıştı. Göz yaşlarım sel olup akarken, zihnimde türlü türlü düşünceler resmen kaos ortamı yaratmış, beynim, kalbim, her yerim zonkluyordu. İnsanın böyle durumlarda aklından geçen ilk şeylerden biri sanırım “Neden” sorusu oluyor. Bunun isyan etmek olduğunu bilmeme rağmen, babamın kanser olduğunu öğrendiğimde de “Neden benim babam?!!!” sorusunun aklımdan geçen ilk şey olmasına engel olamamıştım…
O gün, ertesi gün, daha ertesi, çok daha ertesi günler berbat ötesi geçti. Uyurken, emerken o masum yüzü gördüğüm her an içime yine yeni bir bıçak saplanıyor gibi oldu. Altını almak için her bezini açışımızda gamzeyi gördüğümde içim parçalandı… Ama her zaman içimde, hastanede yaşadıklarımızdan dolayı, MR çekiminde sorun olduğu ve çok da sağlam olmayan dayanaklara göre o hastalığı bize yapıştırdıkları yönünde ufacık da olsa bir umut vardı.  Bu alanda iyi bir doktor araştırırken, başka bir doktorun da tavsiyesiyle ismini sıklıkla duyduğumuz Memet Özek’e gitmeye karar verdik. Kendisi alanında Türkiye’de tek referans kabul edilirken, dünyada da ismini duyurmuş bir profesör.
Bebeğimizi muayene ettikten sonra MRları hangi doktorun istediğini sordu, sebebi ise gerçekten güleyim mi ağlayayım mı bilemediğim bir şey… Zaten çocuk beyin cerrahisi doktorlarının elle muayenede bile bu gamzenin omurilikle bağlantısı olmadığını hemen anlayabileceklerini söyledi. Teknik bazı terimler kullandığı için tam ifade edemeyeceğim ama bağlantısı olan gamzelerin yeri burası olmazmış, kalça kemiğinin şurasında, şu kadar yukarısında şu mesafede, şu büyüklükte, şu şekilde kısacası bizimle alakası olmayan bir formda olurmuş… “MRı çektirmenize kim karar verdiyse talihsiz bir hata yapmış, bu MRları salonunuza süs diye asın, madem buraya kadar bunun için gelmişsiniz, bakayım böbreklerinde sorun var mı” dedi. O an yaşadıklarım; oğlumun sağlıklı olmasından ve o yakıştırmaya çalıştırdıkları hastalıkla uzaktan yakından ilgisi olmamasından kaynaklanan mutluluk ile günlerce boşu boşuna tarifsiz acı ve ızdırap çekmemize sebep olan sözde özel hastanenin sözde doktorlarına karşı kızgınlık…
Her şey bir yana, Allah’ıma binlerce şükürler olsun ki bebeğimin bir şeyi yok, sağlıklı. İnsan hayat koşuşturması içinde aslında elindeki en değerli şeyin sağlık olduğunu,  o olmayınca hayatının tepe taklak olacağını böyle olaylarla bir kez daha hatırlıyor. Gün içinde ne kadar basit şeylere, ne kadar gereksiz yere canımızı sıkıyoruz. İnsan başına gelen şeyin hep en kötüsü olduğuna inanıyor, sanki herkesin içinde hep en kötüsünü yaşayan biziz. Ben 2 kez ailemde ölümü gördüm, “daha fazla üzülemem, daha ötesi yok” dedim. Zaman acıyı alıp götürmüyor ama birlikte yaşamayı öğretiyor. Daha sonra başka bir acı geldiğinde, yürek sanki ilk acısıymış gibi yanıyor…  Neyse ki bizimki sonu iyi biten bir süreç oldu. Belki de biraz acıtarak ama sonunda güldürerek şükretmeyi hatırlatmadır bu… Çok şükür…

Anneler Günü

Tarih 13.05.2012... İlk anneler günüm…

Babamızın Doğumgünü

Tarih 11.05.2012… Berbat günler yaşıyoruz. Evde neredeyse kimse kimseyle konuşmuyor, herkes suskun, herkes üzgün,  eşimin de benim de kucağımızda laptoplar, sözde internette öylesine takılıyoruz ama aslında sürekli bebişimizdeki popo gamzesini araştırıp okuduklarımızla dumur oluyoruz ve birbirimizden saklıyoruz…
Henüz kendimi salmış değilim, ultrasonda omurilikle bağlantılı çıkması kesin olarak bağlantılı demek olmadığı için içimi ferah tutmaya, güçlü olmaya çalışıyorum. Duanın gücüne çok inanırım, sürekli bu minicik, masum şeye bir şey olmaması için dua ediyorum… Günlerimiz bu şekilde, eve sanki bir mutsuzluk bombası atılmış da hepimiz payımıza düşeni almışız gibi geçiyor… Derken eşimin doğum günü geldi çattı. Evimize biraz neşe, biraz gülücük sokabilmek için bir şeyler düşünmeye başladım. Güzel bir pasta alayım, yanında da bir hediye seçeyim dedim. Ama kalçamdaki kırık sebebiyle yürüyemediğim ve çok gerekmedikçe evden çıkamadığım için pasta ve hediye işi biraz yaştı. Ben de pasta yerine meyve sepeti sipariş ettim, hediyeyi de internetten oğlum adına aldım. Seçtiğim meyve sepetimiz bu;



Bu da oğlumun hediyesi… Bu hediyenin çok anlamlı olduğunu düşünüyorum, şu an evimizin en güzel köşesini süslüyor. Son 6 yıldır "baba" kelimesi benim için, içimi acıtan buruk bir gülüşten ibaretken, şu an camın üzerine kazınmış "canım babam" yazısı canımı neredeyse hiç yakmıyor... Oğlumun da benim sahip olduğum gibi bir babaya sahip olduğunu bilmek daha çok içimi rahatlatıyor...





21 Temmuz 2012 Cumartesi

Minik Kuzum









Gamze misin nesin!

Tarih 09.05.2012…Çokoprensim koskocamaaan 1 aylıkJ 10 gün önce kontrol için doktorumuza geldiğimizde kilosu olması gerekenin biraz altındaydı. Hırslanıp sık sık emzirsem de hayatta 10 günde 600grlık açığı kapatamayız diye düşünmüştüm ki bugün farkı kapattığımızı hatta farka açık ara fark attığımızı öğrenince sevinçten havalara uçtum. Boyumuz da ortalamanın üzerindeymiş çok sevindim, gerçi bunu kime söylesem eşim de ben de uzun olduğumuz için normal karşıladı ama ne bileyim ben coşkuyla karşıladım işteJ
Doğumdan sonra çocuk doktorumuz bebişimizde popo gamzesi olduğunu, 1.ay kontrolünde ultrasonla bakılacağını söylemişti. Popo gamzesi diye bir şey de ilk kez duydum, çok yaygınmış, ismi çok komikJ Ama ultrason sonrası pek de komik gelmiyordu. Çünkü ultrasonla bakılmasının sebebi gamzenin arkasında omuriliğe giden bir delik olup olmadığıydı ve bizde var çıktı… Ultrasonda var görünen her zaman var olduğu anlamını taşımayacağı için ikinci adım olan MR çekileceği söylendi. 1 aylık bebek ve MR… MR çekilirken kıpırdamaması gerektiği için de bayıltarak anestezi ile yapılacakmış. Anestezi öncesi 4 saat, sonrasında 1 saat aç olması gerekiyormuş… Allah’ım sen bize yardım et, sen benim bebeğimi koru…



20 Temmuz 2012 Cuma

...

Hamileliğimin son haftasıydı. Bir Pazar sabahı uyandım, yataktan kalkarken sol bacağımın hareket ettikçe aşırı derecede acıdığını hissettim. Uyurken bir şey oldu, birazdan açılır dedim. Ne de olsa hamilelikte daha önce hiç olmayanlar oluyordu, kaç kere uykudan ellerimdeki uyuşuklukla, bacaklarıma giren kramplarla uyanmamış mıydım, kulaklarımda tıkanıklık, burnumda kanama yüzünden doktora gitmemiş miydim? Hepsinin sebebi hamilelikti, bu da ondandır diye düşündüm. Gün içinde geçmedi, ertesi güne geçer dedim, daha da arttı. Topallayarak yürümeye başladım, merdiven inip çıkamadım… Doktorumu aradım, doğumdan sonra geçer dedi. Neyse ki doğuma 1 haftadan az kalmıştı, geçecekti… geçmedi… Doğumdan 2 gün sonra eve geldik, her şey daha da kötüye gitmeye başladı. Tek başıma yataktan kalkıp yatamaz oldum, eşim yatağa yatırıyordu, minik hareketlerle yerleşmeye çalıştığımda acıdan kıvranıyordum, lavaboya bile eşimin yardımı olmadan gidemiyordum. Aynı odada yatağındaki bebeğim ağlamaya başladığında önce birinin beni kaldırması, sonra bebeği alıp kucağıma vermesi gerekiyordu. Fiziksel acı hat safhadaydı ama psikolojimin yanında fiziksel olarak daha bile iyiydim… Bu sırada bebişin sarılık değerleri yükseliyordu, her gün hastaneye gider gelir olduk, bana gitme deseler de, bebeğimi yalnız bırakamazdım… Yine sarılık testi için gittiğimiz bir gün ablamın ısrarıyla, test sonuçlarını beklerken kendim için doktora girdim. Sinir sıkışmasıdır diye düşündüğümden beyin cerrahisi bölümünü tercih etmiştim ama doğru bölüm ortopediymiş bunu da sonra öğrendim. 2 tane MR istedi doktor. İlki bel fıtığı mıdır diye bakıldı, temiz çıktı. Ama ikincisi, yaşadığım ve daha çok zaman yaşayacağım berbat günlerin sebebini ortaya koyan bir MRdı. MRı çektirdikten sonra, bebeğimin test sonuçları sarılık olduğu için hastanede yatması gerektiğini söylüyordu. Bu işlerle uğraşırken doktora MRlarımı göstermek aklıma bile gelmedi, umurumda da değildi. Birkaç gün sonra MRlarımı gösterdiğimde sonuç benim için gerçekten şok ediciydi. Kalça kemiğim kırılmış!!! İnanamadım, şaka gibi! İlk sorum “Peki ben nasıl dayanıyorum kırıksa?” dedim. Kalça kemiği kırığı, kol kemiği kırığı gibi değilmiş. Yani kol kırıldığında kemik 2 parçaya ayrılır, ama burada süngerimsi kemiğin içindeki çok sayıda lifin kopması söz konusuymuş, yani klasik anlamda düşündüğümüz bir kırık değilmiş ama işin ilginç yanı bu kırığın düşme, çarpma vb. ile oluşmayıp, hormonların etkisiyle oluşmasıymış ki bu da milyonda 1 rastlanırmış!!! Kendimi burada özel mi hissetmeliyim yoksa oturup niye 1milyon kişide beni buldu diye ağlamalı mıyım bilemedim… Kırık olduğu için ortopediye yönlendirildim. Ortopedi doktorunun MRlarımı gördüğünde resmen gözlerinin içi güldü. Tam da hamilelikte leğen kemiğinin kırılması ile ilgili makale yazdığı sıralarda, güncel vaka kendiliğinden ayağına geldi. Dediğine göre literatürde bilinen 12 vaka varmış ve ben 13.süymüşüm. Ne şahane… Her bayanın hamileliğinin özellikle son 2 haftasında kalça kemikleri, bebeğe yer açmak için esnermiş, bu doğal bir süreçmiş, doğumdan sonra da yavaş yavaş eski hallerine geri dönermiş. Yine hamilelik sırasında osteoporoz denilen kemik erimesi de fazla miktarda yaşanırmış. İşte çok çok nadiren kemikler bu esneme ve erimeyi kaldıramayıp kırılırmış. Bana da tam olarak olan buymuşL Hemen ameliyat edelim dedi doktor. Çimento yöntemiyle kemiğin içi doldurulacakmış. Ameliyat dışında 2. bir yol sordum tedavi için, 2-3 ay full istirahat etmeliymişim, yataktan hiç kalkmamalıymış, sadece lavaboya onda da koltuk değneği kullanarak gitmeliymişim, ağırlık kaldırmamalıymışım, çocuğumu bile kucağıma almamalıymışım… Bu son dediğiyle gözyaşlarım birden yanağımdan süzülmeye başladı. Son zamanlarda fazla sulu göz olduğumun farkındayım, loğusalıkta duygusallık, alınganlık normal diye okumuştum ama bugün bu öğrendiklerim gerçekten bir bünyeye fazlaydı… Düşünmek istediğimi söyleyip topallaya topallaya doktorun yanından ayrıldım…





19 Temmuz 2012 Perşembe

Uzak Dur Bizden Pis Sarılık

Doğumdan sonra şu sarılık illetini bir türlü başımızdan atamadık. Sürekli test, sürekli stres… Hep yükseliş ama hep sınırın azıcık altında… Her testte bebişimin avaz avaz çığlıkları, o ağlar ben ağlarım… Eskiden 40lanmadan evden çıkılmazmış, ne mümkün hergün hastanedeyizL 5. gün yine bir test ve bu sefer değerler sınırın üzerinde… Apar topar yatış işlemlerimiz yapıldı. 5 gün önce bu çok sevdiğim doğum katında bugün bambaşka bir sebep için buradayız. Çoğu odanın kapısında süsler, odalardan taşan sevinç sesleri, yüzlerde gülücükler, benimse gözlerim yaşlı… Ağlanacak ne var diyorum kendime, 1 gece fototerapi görüp sarılıktan kurtulacağız, böylece her gün git-gel, her gün stres olmayacak… Böyle böyle avuturken kendimi, odaya küvezin içinde, altında sadece bez, üzerinde hiçbir giysi bulunmayan gözleri bağlanmış bebişimi getirdiler. Gözlerimin arkasına saklanmış tüm yaşlar o an öne doğru hücum etti. Allah’ım o nasıl bir görüntüdür, gözleri sıkı sıkıya bağlanmış, çıplak, cam fanusun içinde bir bebek, benim bebeğim! Gözleri ışıkla temas ederse kalıcı hasar görürmüş, bu yüzden bağlı olması gerekiyormuş, ama gel de hüngür hüngür ağlayan bana anlat…



Göz bandı kalın keçeden yapılmış ama keçeyi tutan kumaş çok ince, dandik bir şey. Bu kadar kritik bir durumda, gözünü kalıcı hasardan koruyan bir şeyin çok daha sağlam olması gerekir, 5 günlük bir bebek bile o zımbırtıyı çok rahat koparabilir zira geceyi 3 göz bandıyla tamamlayabildik. 2 kere tam koparmışken yakalayıp alelacele hemşireyi çağırdık…
Bu arada 5 gün boyunca anneanne ve teyzeler yüzünden hiç alt değiştirmemiştik, ilk deneyimimizi bebiş küvetin içindeyken yaptık, kollarımızı yanlardan açılan yuvarlak deliklerden sokup alt almaya çalıştık. Günün en komik kısmı buydu, eşimin kolları bir yandan, benim kollarım diğer yandan girmiş, çokoprensin altını alıyoruz. Sonuç mu; ilk etapta iyi gibiydi, ilerleyen dk.larda altına doldurmasıyla küvezin içinin batması bir olduJ
Yine aynı deliklerden sağdığım sütü içirdim. Biberona o gece alışmasıyla ertesi gün memeyi istemedi. Sonraki 10 gün boyunca memeyi reddetti, sürekli sağılmış süt içti. Bu da bir anne için acayip kötü bir şey. Sütümü içiyor ama meme ağzına girince ağlamaktan ağzını kapatmıyor… Hani anne- bebek arasındaki bağ, hani anne kokusu, hepsi fos… Gecenin bir yarısı kalk, yoksa süt sağ, varsa kaç saat dışarıda durdu, bozulmuş olabilir mi, buzdolabında duruyorsa ağlama sesleri eşliğinde sütü ısıtmaya çalış, dert, dert, dert… Çok şükür çabalarım sonuç verdi, tam 15 günlükken o “memeyi almam” diye, ben de almıyor diye ağlarken emmeye başladı. İnanılmaz güzel bir andı, hani doğumdan itibaren emmeye başlasa bunları hiç yaşamayacak ve aslında emmesinin nasıl bir ganimet olduğunu bilmeyecektim. O sevinçle, göğüs uçlarım kan revan içinde de kalsa emzireceğim demişim, biraz büyük laf etmişim:s Sonraki günler acıdan öldüm öldüm dirildim, emerken üstümdekileri az ısırmadım. Gelsin Lansinoh’lar, gitsin Bepanthene’ler. Soğan suyu mu sürmedim, tahinin üzerinde toplanan susam yağını mı denemedim. Çok da faydası olduğunu düşünmüyorum, bir iyileşme süresi var, zamanını doldurunca kendiliğinden iyileşip bir daha acımıyorlar. Benim sürecim 20-25 gün sürdü. Şimdi oğluşumla mutlu mesut emişiyoruzJJ

Doğuma Dair

Hamilelik öncesi çikolata kistlerim olduğunu öğrendim.  Doktorum ileride çocuk düşünürsem doğumu sezeryanla yapıp kistleri temizleyebileceğini söyledi. Hamile kaldığımda bebişimin ilk ultrason fotoğrafında kistim bebişimin 8 katı büyüklüğündeydiJ Hamileliğimin son dönemine kadar sezeryan fikri çok mantıklı geliyordu çünkü 2 kere ameliyat olmayacaktım. Ama bir gün televizyonda normal doğumla doğan çocukların, sezeryanla doğanlara göre daha sağlıklı olduğu, astım, alerji gibi hastalıklara daha az olasılıkla yakalandıklarıyla ilgili bir program seyrettim. Acayip kafam karıştı, normal mi sezeryan mı diye. Ama 37.haftada suyum azalmaya başlayınca ve kist için ameliyat fikri hiç sıcak gelmeyince, üstüne bir de ailemin şehir dışında yaşıyor olması ve doğumumda bulunmalarını istemem gibi sebeplerle sezeryanı tercih ettim. Zaten iyi ki de öyle yapmışım o zamanlar bilinmeyen kırık kalça kemiği ile normal doğum pek şık olmazdı sanırımJ  Kısacası epidural sezeryan ile doğum yaptım.

Doğumun olacağı sabah saat 5gibi uyanmış bir daha da uyuyamamıştım. Yanlış anlaşılmasın doğum saat 12’deydi. Berbat bir hava vardı, oysaki birkaç gün öncesine kadar nasıl güzeldi. Bebişim bereketiyle geliyor gibi yağmurlu havada doğuyordu. Yağmura rağmen fotoğraflarda hoş çıkmak için kuaföre gidip fön çektirdimJ Hastaneye gittiğimizde heyecan, korku, mutluluk, bebeğimle karşılaşacak olma sevinci, biraz daha korku karışımı duygular tüm içimi kaplamıştı. Odamıza çıkınca hemen odayı süslemeye başladık. Bittiğinde tam istediğim gibi bol süslü şirin bir odamız olmuştu. Fotoğrafçı da gelip doğum öncesi fotoğraflarımızı çekti. Sonra bir hastabakıcı ameliyat giysilerimi verdi. Daha sonra da beni almak için 2 hastabakıcı geldi. Odadaki yatak üzerinde gideceğimi hiç düşünmemiştimJ Asansöre sadece eşimi ve fotoğrafçıyı aldılar, diğer aile fertleri odamın bulunduğu katta kaldı. Ameliyathaneye geldiğimizde eşimin içeri giremiyor olmasına aşırı üzüldüm çünkü aşırı korkuyordum. Epidurali yaptıktan sonra beni ameliyat masasına yatırdılar. Kollarımı iki yana açmıştım, birinde serum, diğerinde kendiliğinden sürekli ölçüm yapan bir tansiyon aleti vardı. Göğsümün yakınlarına perde gibi bir şey koydular ki kesme-biçme işlemlerini görmeyeyim. Anestezi uzmanı ayaklarımda sıcaklık ve uyuşma olup olmadığını sordu, sanırım olmalıymış. Ama bende yoktu, hatta masanın ayağıma değen yerinde bir çıkıntı vardı, onu bile hissediyordum, acayip panik oldum ya ameliyat sırasında da hissedersem diye. Doktorumu çağırdılar. Ben bu sırada bacaklarımın henüz uyuşmadığını ısrarla söylüyordum. Doktorum bir deneme yapalım dedi. Sanırım o an hayatımın en korkulu anlarındanJ Ve tabiî ki hissetmedim. Ameliyat başladı. Kesilme ve acı hissi kesinlikle yok ama çekme hissi çok fazla. Sürekli sağa sola çekiştiriliyor gibi hissettim ve bu çok rahatsız ediciydi. Sonra aşırı midem bulanmaya başladı her an kusabilirmişim gibi. Bu da epiduralin etkisiymiş. Önlemek için oksijen verdiler. Sesim, çekiştirme hareketleri yüzünden iyice çıkmaya başlamışken, bebek yukarıda olduğu için kaburgalarıma bastırmaya başladılar. "Kaburgalarımı kıracaksınız!" diye bağırmaya başlamıştım ki saat 12:31’de yani toplamda 6dk. sonra bebişim doğdu. İnanılmaz güzel, inanılmaz minik, inanılmaz masum ve benimdiJ Sol gözünden yaş akıyordu… Öptüm, öptüm, öptüm bir de kokladım, süperdi. Sonra götürdüler, ameliyat, kistlerimin alınmasıyla devam etti. Bittiğinde saat 12:50 olmuştu. Sedyeyle dışarı, odamdan indirilen yatağıma geri götürdüler. Bu sırada inanılmaz titriyordum hem de zangır zangır… Daha sonradan okuduğuma göre titreme nöbetiymiş ve normalmiş. Odaya çıkarıldığımdaki büyük bir bölümü hatırlayamıyorum. Hatırladıklarım;
** Sütüm sezeryana rağmen hemen gelmişti. Ağız sütü denilen kolostrumu bebeğime afiyetle içirdimJ
** Sonda takılıydı, bir süre yataktan kalkmak zorunda kalmadım, çok iyi oldu.
** Yataktan ilk kalkış berbattı. Herkesi dışarı çıkardılar. 2 kişi koluma girdi. Yatakta oturur pozisyona gelmek bile büyük iş, ayaklarım ilk yere bastığında resmen dünyam karardı, dizlerimde güç yok gibiydi. Baygınlık geçireceğimi sandım. Ama öğrendiğime göre herkese benzer şeyler oluyormuş.
** Sezeyanla doğumda gazın çok önemli olduğunu orada öğrendim. Hemşire sürekli gaz çıkarıp çıkarmadığımı soruyordu. Ameliyatta bebeği çıkarırken bağırsakları da oynattıklarından gaz çıkarabilmek oldukça önemliymiş.
** İlk günün akşamında sürekli koridorda yürüdüm. Dikişlerimi ellerimle sıkı sıkı tutarak minik adımlarla epey yürüdüm. Bıraksam sanki dikişlerim patlayacakmış gibi geliyordu. Yürümek, daha kolay ayaklanabilmek için tavsiye ediliyor.
** Öğle ve akşam yemeğim çorba, hoşaf ve püreden ibaretti.
** Süt için çok bol su içmek gerekiyor, zaten emzirirken insan birden susadığını fark ediyor, artık şartlanma mıdır nedir. Ayrıca milupa stil-tee, vitamalt malt içeceği ve humana granül çay içtim. Bu saydıklarımı uzun bir süre içtim. Still-tee sallama çay poşetinde tamamen doğal bir bitki çayı. İlk başta rezene ve anasondan dolayı tadı hoşuma gitmemişti ama şu an severek içiyorum, ayrıca ondan mıdır nedir bebişim şu an 3 aylık ama gaz sorunu hiç yaşamadı…
** Dikişlerimde yok denecek kadar az ağrı oldu.
** Depends hasta çamaşırı kullandım, gerçekten çok işe yaradı.
** Ertesi sabah çok aç uyandım. Kahvaltı arabalarının seslerini duyunca hemen yatakta oturur pozisyona geldim. Domates, kaşar, bal, tereyağı, reçel gibi kahvaltılıklar beklerken tuzsuz peynir, çay ve limonlu kepekli biskivü geldiL Beklentilerimin hepsi refakatçi kahvaltısında vardıL
**  İkinci gün çok çok iyiydim. Daha süslü pijamalarım, kırmızı tacım ve makyajımla tam kokoş bir yeni anneydim…

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Mucizem

Tarih 09.04.2012 Saat 12:31
Mucizem doğdu… Gözbebeğim, çokoprensim, süt kuzum geldi, hayatımın tam orta yerine kondu. Onu görür görmez hayatımın artık yepyeni bir anlamı olduğunu anladım… Öyle bir anlam ki bana güç veren, ayaklarımı yere daha sağlam bastıran bir şey… Sanki onu yıllardır tanıyormuşum, hayatımızın hep içindeymiş gibi… Ona o anda öyle bir bağlandım ki hayatımın sonuna kadar ondan kopamayacağımı anladım…  















Fotoğraflar Didem Engin Ünsün'ün karelerinden... DüğünDoğum ekibine ve özellikle de fotoğrafları çeken sevgili Didem'e sonsuz teşekkürler...




10 Temmuz 2012 Salı

Mucizem'e Doğru


...


Şirin ve üzerinde bir şirin daha

Annesinin doğumgünü pastasından yerken:P


Kuzucuklarım


Çokoprensim ve gölgesi:)


Hastane odasında geri sayım sırasında



4 Temmuz 2012 Çarşamba

Keyifli Alışveriş

Oğluma bir şeyler almak beni çok mutlu ediyor. Doktorum son haftalarda dinlenmem, fazla hareketten uzak durmam gerektiğini söyledi. Gerçekten azıcık yürüdüğüm zaman aşırı yoruluyorum ve kalp çarpıntım oluyor. Bu yüzden dışarı çıkmaları bıraktık artık. Ben de alışverişe internetten devam ediyorumJ

Acayip beğenerek aldığım ve geldiğinde de boyutları sebebiyle acayip şaşırdığım gemimiz. Resimden belli olmuyor olabilir ama kocaman bir şey. Aslında kendisi yine bir kapı süsü ama bizim evimizde bebişimin duvarını süslüyor artık…


Bunlar da kurabiyelerimiz, bizi görmeye gelen misafirlerimiz için sipariş ettik…


Son olarak çokoprensimin ziyaretçileri için yaptırdığım buzdolabı magneti. Bunu daha ziyade aile fertlerimize hediye edeceğiz…


El Emeği Göz Nurları

Doğum iznine ayrıldığımdan beri evde tek başıma sıkıntıdan patlıyorum. Kendimi bilgisayara verdim, sürekli internette çokoprensim için bir şeyler bakıyorum. Altın yastığı almak istiyorum ama tüm modeller birbirinin aynısı gibi, değişik 1-2sey beğendim onlar da satılık değil, sadece resimlerini gördüm, Eminönü’nden de bir şey çıkmayınca sonunda kendim yapmaya karar verdim. Gördüğüm örnekte mavi piti kareli yastığın ortasına patikler oturtulmuştu, ben biraz değiştirerek yapmaya karar verdim. Düz beyaz saten kaplamalı yastık aldım, kenarı için mavi tüy, ortasına oturtmak için de patikler aldım, çok sade gelince de nazar boncukları ve kalpler yapıştırdım. Şöyle bir sonuç çıktı ortaya..


Tiyaki Hobi'de keçelerden yapılmış kapı süsü görmüştüm, önce alayım dedim, sonra ben neden yapamayayım dedim. Zaten vakitten bol bir şey yok… En büyük sorun kapı süsünün temeli oluşturacak halkaydı, o halka için ne kullanacağımı uzun zaman düşündüm. Sonunda eşimin istediğim boyutta kesip halka şeklini verdiği gider borusunun üzerini kalın yünle sardım. Değişik renklerde aldığım keçeleri boyut kazansın diye içlerine pamuk doldurup yapıştırdım. Kapı süsüm bitmiş oldu. Ama çok sayıda kapı süsümüz olduğu için kendisi duvar süsü oldu. Aynısından yeğenime de yaptım. Onunkisinde altta sarkan kalplerle süslenmiş bulutunun üzerinde ismi de yazıyor, o da şirin oldu.

Bebişime annesinin bir diğer el emeği göz nuru yine bir kapı süsüJ Bu seferki oda kapısının iç tarafını süslüyor. Görenler ilk başta hazır sanıyor, acayip mutlu oldumJ

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...